Montag, 12. Januar 2015

Vefasızlık diz boyu!



-Sene 2000, ortanca oğlum 2 yaşında. O sene yaz tatili için Türkiye'ye gidiyoruz. Tatile yolculukta başlayalım istedik. Suyu, yüzmeyi, gemi yolculuğunu ve uzaklara dalıp gitmeyi çok severim. En büyük hayalimdir, bir dağın eteğinde, bir yanı ormana dayanan, arkasında ufak bir göl ve uçsuz bucaksız bir manzarası olan bir evde yaşamak. 
O senelerde Bulgaristan ve Yunanistan oldukça karışık. Gurbetcilerin çilesi anlatmakla bitmiyor. Darb, gasb ve tecavüz hikâyelerinin binini dinliyoruz. "Allah'ım olamaz onların başına da mı gelmiş" diye üzülmekten imanımız gevremiş, artık üzülmekten bir hal olmuşuz. Ama yinede vatan hasreti işte. Insan memleketini özlüyor. Havasını, suyunu, toprağını ve insanını özlüyor. Yinede birşekilde gitmek istiyorsun. Iki 3 çocuk oldu mu uçakla gitmek çok pahalı. 3000 km aşıp, memlekete varınca bitmiyor olay. Orada bir noktadan diğerine ulaşmak için vasait lazım. Para kolay kazanılmıyor. Ama insan yinede memleket hasreti çekiyor işte. 
Dedim ya, tatile yolculukta başlayalım istedik ve Italya'dan bir gemide yer ayırttırdık. Çocuklar için animasyon gibi programlar var. Herşey çok güzel başladı. Güvertede kendime sabit ve kimsesiz bir yer seçmiştim bile. Dalıp gitmek, hayal kurmak güzeldi öylesine. Öğleden sonra çocuklar için havuzu doldurdular. Nasıl seviniyor çocuklar. Çocukları hazırlayıp, can yeleklerini giydirdim. Ikiside yüzme biliyor aslında ama babaları onlarla birlikte girdi yinede. Ne olur ne olmaz diye.  Havuzda sadece çocuklar ve birkaç baba var. çevrede bir sürü insan. Gemi yolcularının %90 Türk. Tam suya girdikten 15-20 dakika sonra o zamanki eşimi çağırdılar anonsla. Arabanın ritiptik işlemleri ve gümrük geçiş karnesi için. Ben havuzun kenarında bekliyorum ama içim rahat değil. Bir ara oğlum merdivene doğru yöneldi. Tırmanırken ayağı kaydı, sırt üstü düştü ve kafasını çarptı. Suda çırpınıyor. Panik yaptı ve kalkamadı. Çevrede onca insan sadece seyrediyor. Bir tane insan kurtarma teşebbüsünde bulunmadı. Ayakkabı ve kıyafetlerimle suya ben atladım ve kurtardım evladımı. Ayağımda topuklu yazlık ayakkabı vardı. topukları kırılmış ve ayakkabılar ayak bileklerimden yukarıya kaymıştı. Çocuğum kucağımda Sudan çıkmaya utanıyorum, çünkü kıyafetim üzerime yapışmıştı.

- sene 2007, ilk kanser teşhisi ve çevremde kimse kalmamış. Ne kanında var vefa, nede soyunda. Yoksa içinde Allah korkusu, merhamet ve insanlık, dinin, dilin ve ırkın beş para etmiyor. 

-sene 2011 kızımın okulunda din düşmanı bir Türk öğretmen. Sınıftaki, hatta okuldaki bütün müslümanlara eziyet ediyor. Kızıma çok büyük bir hakaret ve haksızlık yaptı. Mücadeleci bir yapıya sahip olduğum için susmak istemiyorum. Hem diyorum ki, Susarsak, bizden sonrakilere yaptığı eziyetten  bizde sorumluyuz çünkü. Bize dokunmayan yılan bin yıl yaşamasın. Kardeşimin kanını emdiği için kafasını ezelim onun. Kızımın sınıfındaki bütün müslümanları arıyorum şahitlik yapsınlar diye. Istisnasız hepsi aynı şeyi söylüyor, "bizi bulaştırma bu işe. Bizim de başımız yanar"... Anlayamıyorum bir türlü. Nasıl böyle bir sorumsuzluk olur. Insanlar nasıl böyle bencil olur.  Hani din kardeşiydik biz? Hani Türk türkü tutardı? Hani biz daha vefalıydık? Hani farklıydık biz? Hani türkün en kötüsü almanın en iyisinden daha iyiydi? Iki alman kızı, bir Yunan ve Arjantinli bir öğretmenin yardımıyla attırdım öğretmeni okuldan. Vefasızlık diz boyu.  

- sene 2014. Doktordan dönüyorum. 7 yıl sonra ilk sefer kan tahlilim temiz gelmiş. Öyle mutluyum ki, kendi kendime gülüyorum resmen. Bebeğimde yanımda. Tramvaya biniyorum. Öğle vakti. Çok kalabalık olmasada, yine baya insan var. Bir kaç tanede Türk var tramvayda. Gurbetciysen eğer, gözün heryerde bir Türk arar herzaman ve görünce de rahatlarsın. Bazen gurbetteki dostların akrabadan öte olur. Hatta düğünlerini bile onlara göre ayarlarsın. 
2-3 durak sonra bir grup 15-16 yaşlarında, kamuflaj kıyafetleri, asker Botları ve saç kesimleriyle aşırı sağcı Nazi gruplarına ait oldukları belli olan alman gençler biniyor Tramvaya. Bindikleri kapının karşı çaprazında oturuyorum ve direkt göze çarpıyorum. Bebeğim pusetinde uyuyor. Ayağımla hafiften puseti bir başka kadının önüne itiyorum. Gençler beni farkettikler ve tramvay yeterince kalabalık değil. Parmaklarını sapan olarak kullanarak, ellerindeki lastikleri yüzüme atıyorlar. Tramvaydaki diğer insanlar başka yerlere bakıyor ve saldırıyı görmemezlikten geliyor. Bir dahaki durak geldiğinde, kapılar kapanmadan bebeğimi kapıp nasıl kaçtığımı hatırlamıyorum bile. Aklımda kalan 3 tane türk erkeği vardı o tramvayda. Yokmu sizin bacınız, ananız, eşiniz  veya kızınız? Aynı şey onların başına gelse, o zamandamı görmemezlikten geleceksiniz? Hani vefa? Hani biz birbirimize sahip çıkıyorduk? Noldu şimdi?  Konuşmaya gelince, kimse mangalda kül bırakmıyor. iş icraata gelince, herkes fare kesiliyor. 
2014 yılında, 3 sefer böyle saldırıya uğradık tramvayda. Sadece bir sefer şemsiyeli yaşlı bir teyze koştu imdadımıza...

-sene gelmiş 2015 lere ve yine birşey değişmemiş. Vefasızlık diz boyu. Merhametten yoksun bencil insan dolu ortalık. Hasretiyle yandığım memleketimin insanı beni hala yolunacak kaz gibi görüyor. Gurbetcilerin döndüğü hafta, pazardaki satıcılar, "Almancılar döndü artık, herşey yarı fiyatına" diye bağırıyor. 

Kimse bana Almanlar vefasız, merhametsiz diye bahsetmesin. Vefa ve merhamet bir millete has bir duygu değil. Vefa, insan olan insanın içinde olan bir haslet. Zeki insan hiç bir zaman ırkçı olamaz zaten. Her milletin kendine has bir güzelliği var. Hepimiz politikanın elinde birer maşayız ve bizim ırkçılık damarımıza basarak kullanıyorlar bizi. Vefasızlık ve merhametsizlik bizim içimizde de var. Ortalığın bu kadar karıştığı bir dönemde, müslüman olarak tutmamız lazım birbirimizi. Insan olmayı unutmamak lazım. Yarın mahşer gününde Türk olduğun için geçmeyeceksin sırat Köprüsünü. Kul olduğun, hakiki müslüman olduğun zaman geçebileceksin....