Dienstag, 16. Dezember 2014

"üşüyorum anne"


Büyük kızımı çok basit bir sinüzit ameliyatına gönderirken zorlandım. Kucağımda bebekle, yalnız başıma hastanede beklemek, yine bir yükün altından yalnız kalkmak ağır geldi nedense. Uzun bir müddet, hastane,  doktor yüzü görmek istemiyorum artık.  Boğazımda bir yumruk, bağrımda bir ağrı ve nefes darlığıyla hastane koridorları dar geldi bana.
Bebeğimi giydirip, kendimi sokağa  nasıl attığımı hatırlamıyorum. Nefes alamıyordum resmen. Neden sonra aklıma geldi,  bu bir panik ataktı ve nefes alabilmek için kendimi meşgul etmem gerekiyordu. Öyle söylemişti doktorum.  Eşimi aradım. Ulaşamadım. Muhtemelen ofsinde değildi, yada iş yerinde olduğu için telefonunun sesi kısıktı. Tam telefonumu çaresizlik içersinde çantama atıyordum ki, birden çalmaya başladı. Arayan eşim di. Bana birşeyler anlattı. Herşey yolunda gidecek, buda geçecek  dedi. Hatta güldürdü beni bir ara. Nefes alabiliyordum artık. Sonra, telefonunun sesini açık bırakacağını söyledi ve kapattık. Yeni farkediyordum. Çise çise Yağmur yağıyordu. Islanmıştım baya. Hatta burnumun ucundan yağmur damlaları damlıyordu. Ama içimde hala bir sıkıntı. Kızım, verdikleri sakinleştirici nin yan etkisine uğramış, ağlayarak girmişti ameliyata. Ameliyata girmesi ve çıkışıyla birlikte iki saati bulur demişti hemşire. Nasıl içim yanıyor du öyle. Sokakta koşuşturma içersinde olan  insanlara bakıyorum bir müddet. Giyim tarzlarına bakılırsa, hava oldukça soğuk olmalı. Ben ise terliyorum. Hasta olmayacağımdan emin olsam, üzerimdeki ince deri ceketi bile çıkarıp atmak istiyorum. O denli içim yanıyor. Bir ara rotasız bomba gibi dolanıyorum öyle.  Allahtan bebeğim uyumuş. Biraz rahatlıyorum. Aklım hep büyük kızım da. Içimden bir ses sürekli , üşüyor mu acaba, diye beni tırmalıyor sanki. Bir telaşla dükkanlara, mağazalara  girip çıkıyorum. Büyüğüm için battaniye arıyorum. Ameliyattan çıkınca üzerini örteceğim. Aslında, hastanede ikinci bir yorgan veriyorlar üşüyünce biliyorum ama o şimdi yumuşacık birşeyler ister diyorum ve devam arıyorum. Nihayet buldum bir yerde. Üzerinde sevgi yazıyor, evim yazıyor felan. Birde öylesine yumuşak ki, tam onun sevdiği gibi. O ara bebeğim uyandı. Karnı aç ve süt için mızıldanıyor. Daha ağlamaya başlamadı henüz. Biraz başım dönüyor gibi oluyor. Sanki içim Kıyılıyor. Sonra hatırlıyorum, ben bugün ekmeği suyu unutmuşum yine. Bir yerlere girip, hem kendi karnımı hemde bebeğin karnını doyurdum. Ama olacak gibi değil. zaman geçmek bilmedi bir türlü. Yavaş yavaş yine hastanenin yolunu tuttum. Kızımın  odasına girdiğimde daha gelmemişti. Ama ben biraz daha sakindim. Battaniyesini açıp yerleştirdim Sandelyesinin üzerine. Onun eşyalarını seyrederek beklemek daha bir zor geldi. Sonra getirdiler kızımı odaya. Herşey yolunda geçmiş. Ağlayarak gitti, ağlayarak geri geldi. Güzel birşeyler mırıldandı ve yeniden uykuya daldı. Uykusunun arasında, "anne, üşüyorum battaniye getir" dedi birkaç sefer. Sonra tamamen kendisine geldiğinde, "anne, biliyormusun? Ben bugün çok üşüdüm dedi. Ameliyat öncesi biraz bekletmişler ameliyathanede. Beklerken baya üşümüş. "Anne, bana battaniye getir" demiş bir kaç kez. Ben yoktum ki. Sonra ona aldığım battaniyeyi görünce çok sevindi. Öğle namazını eda ettikten sonra yeniden uyudu. Sımsıkı örtüm üzerini yeni battaniyesiyle ve eve döndüm. Ben çıkarken uyumuş tu bile. Rüyasında bembeyaz  bir Kasımpatı tarlasında koşarken görmüş kendisini. Uyandığında babası yanındaymış ve elinde bir buket beyaz Kasımpatıyla gülümsüyormuş ona...


Dienstag, 4. November 2014

Bebek mevlüdümüz...




Geçtiğimiz hafta yoğun bir hazırlık ve koşturmaca içersindeydim. Bir çok şeyi yetiştirmeyeceğim diye çok korktum ama çok şükür herşey, aksiliklerle birlikte, yolunda gitti.
Mevlütten bir gün önce artık ayakta durmaya halim kalmamıştı.



 Kayra daha doğmamıştı okutacağımız mevlüdün hayalini kurduğumda. Kardeşimle birlikte bebeklerimize mevlüt okuturuz diye hayal etmiştim. Aralarında sadece 18 gün var. Sonra birşeyler birşeyler girdi araya ve uzadı gitti mevlüt okutma hayali. Ama hep aklımda biryerlerde kaldı tabi. Ilk fırsatta da, biraz gecikmeli de olsa gerçekleştirebildik dün en nihayetinde :). Bir kaç zorluk girdi araya ama yinede aksamadı hiç bir şey çok şükür.

En çok şerbet şişelerine özendim. Şişeler düşündüğüm den çok daha güzel oldu. Şerbetimi bazıları çok tatlı bulsada (adı üstünde, şerbet bu, tabi tatlı olacak), çok beğenildi ve çok ilgi gördü.



şerbeti bir gün önce hazırlayıp, geceden şişelere doldurdum. Tercihim Limonlu, tarçınlı ve naneli bir Osmanlı şerbetinden yana oldu.



Kurabiyelerimizi ve pastamızı son anda kendimiz yapmak zorunda kaldık.
Ilk deneyim olmasına rağmen, hem çok lezzetli oldular hemde görsel olarak başarılıydılar...











Şimdi hayallerim kayranın ilk doğumgünü yönünde. Şimdiden bir çok şey var aklımda. Özellik eşim için doğumgünleri oldukça önemli olunca, özel birşeyler hazırlamak şart oluyor. Bakalım neler yapabileceğiz :)


Masamız bu haliyle içimize çok sindi ama yeterince fotoğraf çekme fırsatım olmadı malesef.

Birde yengemizin, yani eltimin yaptığı ve çok beğenilen cake pops'larımız vardı. 


  

Cake pops' ların tarifini de buradan hemen verebiliriz ;) yapımı biraz sabır istiyor ve uğraştırıyor.

Çikolatalı Cake pop:
Hamuru:
●250gr tereyağı
●200gr şeker
●4 yumurta
●250 un
●1 tatlı kaşığı kabartma      tozu
●50gr kakao tozu
●1 fiske tuz

Kekin içine karıştılacak krema:
●100gr Butter
●50 gr çikolata
●250  Labne peyniri (Frischkäse)
●200gr pudra şekeri
●1/2 tatlı kaşığı vanilya şekeri

Süsleme için:
●400gr çikolata (Kurvetüre)
●200gr beyaz çikolata (Kurvetüre)

Yapılışı:
Tereyağı, yumurta ve şeker mixerde çırpıldıktan sonra içerisine, un, tuz, kabartma tozu ve kakao ilave edilir. Bütün malzemeler karıştılıp, yağlanmış kare bir kek kalıbına dökülerek 40 dakika fırında pişirilir. 
Kek fırından çıkarıldıktan sonra soğumaya bırakılır. 

Daha sonra krema için, oda ısında erimiş olan tereyağı mixerde Çırpılıp, mikro dalga fırında  eritilmiş olan çikolata, diğer malzemeleride ilave edilerek karıştırılır. 

Cake popslar için: soğumuş olan kek bir kabın içersinde olabildiğince ufalandıktan sonra hatırlanan krema ilave edilerek yoğrulur. 
Hazırlanan yapışkan Cake pop  hamurundan 3-4 cm büyüklükte bezeler yuvarlanarak dinlenmesi için tepsiye dizilir. Eğer hamur çok cıvık ve yuvarlanamayacak kıvamındaysa, yarım saat buz dolabın da bekletilir.  
Bezeleri süslemeden önce yarım saat tekrar buz dolabın da bekletilir. 

Bir kap içersinde eritilen çikolataya çubuklar bir parmak genişliğinde bastırılıp bezelere batırılarak tekrar çikolatanın soğuması beklenir. Daha sonra çubuklara takılı olan Cake popslar eritilmiş çikolataya daldırılıp  bardak veya daha önce hazırladığınız straforlara batırılarak çikolata soğumadan isteğe göre süslenir.
Özel günler ve Doğumgünlerinde misafirleriniz için hem çok lezzetli, hemde göze hoş gözüken kaçınılmaz bir lezzet. Simdiden afiyet olsun.

Montag, 20. Oktober 2014


Çay, çocukluğumdan beri hayatımın vaz geçilmez bir parçasıdır. Her çayı içemem mesela. Hakiki, bildiğimiz türk çayı olmalı hep. En sevdiğim çay, çay çiçeğidir. Yeni çıkan türk çaylarını dener, yine çay çiçeğime dönerim. Çaydanlıkta su kaynarken, üstte, demlikte hafif kavrulmalıdır çay. Sonra kaynar suyu üzerine döktüğün an bütün mutfağı buram buram bir çay kokusu kaplar. Işte o an ki iç huzurunu ve beni çocukluğumdaki büyüklerin çay muhabbetlerine götüren o anın tarifi mümkün değil. Çayın önemli bir yeri vardır hep hayatımda. Hatta yolculukta bile küçük bir tüp ocak, Çaydanlık ve çayımı taşırım yanımda. Sonra, güzel bir yerde mola verip, çayı ateş üzerinde demleyip, o anın keyfini çıkarmak paha biçilemez bir değerdedir. Böyle yolculuklarda, çayın yanına tam türk usulü sucuklu yumurta bile pişirmişliğim vardır.
Güne kahveyle başlasam bile, çaysız kahvaltıya oturamam mesela. Yorgun bir günün sonunda yorgunluğum ancak çay keyfîyle çıkar. Çaysız bir akşam düşünmem mümkün değil.

Hal böyleyken ve çay aslında en önemli kültürümüzün vaz geçilmez bir parçasıyken, biz bile, bize ve kültürümüze ait olan, çayı tam anlamıyla tanıtamamışken, çayı ve kültürümüzü, "elin amerikalısı" tarafından tanıtan, "Bir Çay Daha Lütfen" isimli bu kitabı çok merak etmiş ve okumak istemiştim hep. Topraklarımızda 30 yıl yaşamış, kendisini Türkiye'ye ait gören, Türkiye'den, Türkiyem diye bahseden, bizim çayımızı dünyaya tanıtan bu kadın kimdi?
Biz Türkler için bu kadar önemli bir değeri olan çayı, yabancı bir kadının gözünden okumak çok farklı geldi bana. Yanlış anlaşılmasın, sadece çayı anlatmıyor kitabında Katharine Branning, namı diğer Kadriye hanım. Anadolu topraklarına, onun kültürüne ve insanına aşık bir kadın. Türkiye aşkını dile getirmiş bu kitapta. Kitabında,  18. yüzyılda, ülkemizde yaşamış bir İngiliz sefirinin eşine, Lady Merry Montagou ile hayali bir arkadaşlık kurup, ona hitaben yazdığı mektuplarda aslında Türk halkına sesleniyor.
Ülkesini ve kültürünü tam anlamıyla tanımaya ve yurt dışında yaşayan benim için, yabancı birisi tarafından yazılmış ve herşeyiyle benimsenmiş ülkemi bu kitapta fotoğraf fotoğraf okumak çok güzel. Fotoğraf diyorum, çünkü, kelimelerle ülkemizin fotoğrafını yazmış....

Donnerstag, 9. Oktober 2014

Çikolatalı pastayı ezelden beri çok severim. Denemediğim tarif kalmadı yıllardır ama bir türlü istediğim ve hayal ettiğim pasta tarifini bulamadım. sonrada pes ettim. Ama yinede ara ara denedim birşeyler.
Eşimle evlendikten kısa bir süre sonra onun memleketine, onu ilk ziyarete gittiğim bir yolculukta, trenin Cafeteria'sında bir pasta yedim. Harikaydı. Tam hayal ettiğime yakın kıvamda bir lezzetti. Sadece biraz kuru gelmişti bana. Bir dilimde eşim için alarak indim o gün trenden.
Dönüşte aynı pasta yoktu. Çok üzülmüştüm. Düşündüm durdum nasıl o kıvamı tutturum diye.  Bir kaç hafta yine denedim birşeyler ama hep birşey eksik. Ya çok yumuşak, ya çok hamur, ya çok ince, ya çok kuru, yada çok kekimsi bir kıvamda birşeyler çıkıyordu ortaya. Pes edip edip, aradan biraz zaman geçince yine deniyordum hep. O hoşuma gitmeyen pastalarım begeniliyor, hatta tarif bile veriyordum.

Uzun lafin kısası, yine günlerdir aklımda çikolatalı pasta dolanıp duruyordu. Hadi dedim, kaldığın yerden devam et. Bu sefer tutar belki. Öyle de oldu cidden. Tam istediğim kıvamı ve lezzeti tutturdum bu sefer Elhamhadulillah. Umarım, sizlerde beğenirsiniz.
Tecrübelerinizle bana geri dönüş yapar ve etiketlerseniz sevinirim.

Çikolatalı yaş Pasta:

4 yumurta sarısı
4 yumurta beyazı
1 Türk fincanı sade kahve
Bir su bardağı süt
Bir su bardağı şeker
Iki su bardağı un
Iki yemek kaşığı su
Iki yemek kaşığı patates nişastası
Iki yemek kaşığı bitter kakao
150 gr sütlü çikolata
150 gr bitter çikolata
150 tereyağı
Bir çay kaşığı kabartma tozu
Iki fiske tuz

Üzeri için:
150gr sütlü çikolata
150gr bitter çikolata
4 yemek kaşığı süt

Süt ısıtılarak içersine, ufalanmış çikolataları, kahveyi ve tereyağını ekleyerek eritilir. Ve soğumaya bırakılır.

Ayrı bir kapta yumurta beyazını bir fiske tuzla birlikte, mikserle kar beyazı kıvamına gelinceye kadar çırpıp, yavaş yavaş, şekerin yarısı ilave edilir.
Yine ayrı bir kapta yumurtanın sarısı, bir fiske tuz ve şekerin diğer yarısı ayrı bir kapta mikserle köpük haline gelene kadar çırpılır.

Yumurta sarısı karışımı ve soğumuş çikolata karışımı, yumurta beyazına ilave edilerek, yavaş yavaş bir spatula ile karıştırılır. Daha sonra üzerine, su, kakao, un, nişasta ve kabartma tozu süzgeçten eklenerek ilave edilip, yine yavaş yavaş spatula ile karıştırılır.

Çapı 28cm olan yuvarlak pasta kalıbı yağlanarak içersine pasta hamuru dökülür ve önceden ısınmış 160° fırına sürülerek 40-50 dakika arasında pişirilir. Pişirme süresi fırından fırına değişebilir. Bir 35-40 dakika sonra, pastaya bir çöp batırılarak bu kontrol edilebilir.
Pasta fırından çıkarılıp soğumaya bırakılır.

Pastanın üzeri için süt ve çikolatalar benmari usulü eritilir ve pasta soğuduktan sonra kalıbın çerçevesi yeniden geçirilerek üzerine eriyen çikolata dökülür. Çikolata pastanın üzerini tamamen kaplayınca çerçeve çıkarılarak, çikolatanın estetik bir şekilde kenarlara akması sağlanabilir.

Size şimdiden afiyet olsun.



Montag, 15. September 2014

Allahümme ecirna min şerrün nisa!

Bildiginiz gibi sizlerden çok mail alıyorum. Birçoğunuza hemen dönemesem bile, hepinize zaman buldukça tek tek dönüyorum. 
Işte, bu maillerden birine cevap vermekte oldukça zorlanmıştım bir kaç ay önce. Arkadaştan izin alarak (kendisine takma bir isim vereceğim, yoksa anlamak zor oluyor), ismini ve yaşadığı ülkeyi gizlemek şartıyla, instagram takipçilerimden yardım almıştım. Kendisi çok zor bir durumdaydı. Kilo verip, uyku uyuyamaması, ne kadar zor durumda olduğunu açıkça gösteriyordu. Bir şekilde yardım etmek şarttı. Çünkü, bir çoğunuz ve evli olan her kadının Ayşe'yi rahatlıkla anlayabileceği bir durum. Hiçbirimizin böyle bir duruma düşmek istemeyeceği kesin. Özellikle aile içi ilişkileri yürütmenin çok zor olduğu bir dönemde, birde böylesi bir sıkıntı yaşamak çok daha zorlaştırıyor ilişkileri. Ne demek istediğimi postun sonunda daha iyi anlayacaksınız eminim. 



Gelen mail de bunlar yazıyordu -"Merhaba. Sana yazıp yapmamakta çok zorlandım. Sen beni anlarsın diye düşünüyorum. Psikolojim bu aralar çok bozuk. 7 yıllık evliyim. Eşimle çok mutluyuz. Huzurumuzu kaçıran, yada daha çok benim huzurumu kaçıran biri var. Bunu sana anlatabilmek için hikayenin tamamıni anlatmam lazım. Kaynım benden 10 yaş küçük abisinden 12 yaş küçük. Abi kardeş çok düşkünler birbirlerine. Aynı işte çalışıp aynı hayalleri kuruyorlar. Çok iyi anlaşıyorlar. Beni yenge gibi değil, sanki öz ablası gibi.Seviyor. çok saygılı, efendi biri. 16 yaşındayken bir kızla tanıştı. 5 yıl, gizli çıktılar. Iki yıl öncede çok zor şartlar altında evlendiler. Şimdi herşey yolunda. Mutlular Elhamdulillah. Yanliz beni çok rahatsız eden bir şey var. Eltim kocamdan 13 yaş küçük. Minyon tipli olduğu için, herkez çocuk gibi görüyor onu zaten. Eşime çok yakın davranıyor. Hatta abi demek yerine,  ismiyle sesleniyor. Öyle normal ismiyle de değil. Annesinin veya yakın arkadaşlarının ona verdikleri takma isimle sesleniyor. Çocukca sesiyle gülerek kocama her seslenişinde tüylerim tiken tiken oluyor. Bu aralar herseferinde başım dönmeye başladı. Bizim çocuğumuz olmadı. Onun baskı zaten çok üstümde. Ama kocam beni şimdiye kadar hiç inciltmedi. Süprizler yapar hediyeler alır. Eltimin bu davranışı uyku bırakmadı. Aylardır uyuyamıyorum. 10 kilo verdim üzüntüden. Devenin aklına karpuz Kabuğu getirmek diye bir söz var. Ondan korktuğum için, kocama rahatsız olduğumu söyleyemiyorum. Eltime hiç birşey diyemiyorum kardeşlerin arasına girmekten korkuyorum. Kaynanamla çok iyi anlaşıyorlar. çocuğumuz olmadığı halde, kocam bana çok düşkün olduğu için, Kaynanam beni sevmiyor. Bana bir akıl ver nolur. Aklımı oynatmak üzereyim."

Biraz Ayse'yle yazıştıktan sonra, anladımki eltisi sorun çıkarmak için bilinçli yapıyor bir çok şeyi. Eltisi yurt dışında eğitim almış ve dinle alakası yokmuş. Kayinvalide ilk baştan eltisini kabul etmediği halde, Ayşe'nin yardımıyla arayı bulup, evlendirmişler kayınıyla. Eltisi aileye gelene kadar,  kayinvalidesiyle arası çok iyiymiş aslında.  Eltisinin ilk sene hemen çocuğu olmuş ve ardından hemen birtane daha gelmiş. Bebek olunca kıymete binmiş. Aynı yerde kalmaları ve eşlerin işlerinin ortak olması durumu dahada çıkmaza sokmuş sanki. Eğer uzağa gidersek, eşim biter demişti o zaman. 

Çok zor bir durum. Aslında saygı ve terbiye sınırları bir hayli aşılmış. Burda en güzel kural,  dinimize uymak diye düşünmüştüm ve yine aynı düşünüyorum yine. 

Yardımcı olmakta zorlandım. Yanlış birşey söyleyip, aile içi huzursuzluğa neden olmaktan korktum. Eltisiyle konuşsa durum daha kötüye gidebilir. Beni kıskanıyor, yok yere huzursuzluk çıkarmak istiyor, diyebilir. Kayinvalidesi de aynı şekilde. Eşiyle konuşsa, korkularında haklı, şimdiye kadar farketmediği birşeyi farkedip, ilgi farklı alana gidebilir. O gün çaresizlikten ruhumun nasıl yorulduğunu anlatmam mümkün değil. Hatta bu olay beni günlerce meşgul etmişti. 

Instagram takipçilerimden yardım amaçlı bir kaç yorum geldi. 

Yorumlardan bir kaçı:

" Ben olsam uzak bir yere taşınırım hemen o zaman daha rahat eder bence." 

 " Ilk önce rabbim tez  zamanda gönlünüze göre evlat verir insallah. Bu durumu içine kapatarak ve kendini hasta ederek çok büyük haksızlık etmişsin kendine bacım. Allahım sana dil vermiş akıl mantık vermiş. Seni rahatsız eden durumlara karşı sakın susma. Bu cana zulum etmeye senin bile hakkın yok. Rabbim bu canı emanet etmiş bize. Kıymet bilmek lazım. O kızın yaptığı terbiyesizlik gercekten.  Eger güzel ve iyi niyetlilik yaramiyorsa inanki bana her seslenişinde ağzınin üstüne ellinin tersiyle bi Osmanlı tokatı çok güzel işe yarayacak ;) Allahim başka dert vermessin. Amin"

" Eltisini karsisina alip duzgunce konusmali ve biraz onlardan uzak durdurmali esini yasi kucukse zaten oyle cahillikleri olur esine guveniyorsa sorun yok cocuk icinde Allah a dua etmesi gerekiyor herseyi Rabbine birakirsa duzelecektir @almangelini"

" @almangelini hanimefendi aileye yakin  ve kendisinin de guvendigi biriyle konusacak durumu anlatacak, aileye yakin olan bu kisinin yaninda elti abi konumundaki kaynina ismiyle hitap ettiginde o kisi ciddi ve acitici sekilde uyaracak, yada asagilayacak, yada guzel dille uyaracak. Yani aile disindan birinden uyarma konusunda yardim alinacak. Bence bu mantikli bir yol olur."

Bu son yorum o gün Ayşe'nin aklına yatmıştı. Kayınpederine giderek durumu izah etmeye çalışmış. Baba daha konuyu anlar anlamaz, farkındayım, demiş. Kimseye huzursuzluk vermemek için sesini çıkarmamış o zamana dek. Bizim ufak oğlanla konuşmanın zamanı geldi artık, demiş. 

Gelen yorumlar, babanın desteği felan o gün kızcağıza baya iyi gelmişti. O akşam eşiyle yemeğe çıkıp, uzun zamandır ihmal ettikleri zamanı geçirmişler birbirleriyle. Eve döndüklerinde kimse yokmuş ortalarda. Eltisi 3 gün evinden çıkmamış. Fırsat bulup, kayınpederine sorduğunda, oğluyla o gece konuştuğunu söylemiş. Eltisi hala Kayınpederiyle konuşmuyormuş ama eşiyle de arası açıkmış. Sonradan ortaya çıkıyor ki, zaten eltinin eşiyle sorunu olduğu için, eltisine zarar vermeye çalışıyor. 
Herkes hak ettiğini buluyor diyemeyeceğim. Arada o kadar suçsuz insanın canı yanıyor çünkü. 
Bugün yeni bir mail geldi Ayşe'den. O maili okuduğumda yıkıldım resmen. Eltisi iki çocuğunu bırakıp, evli bir adamla çekip gitmiş. Evin halini bir görsen, evden cenaze çıkmış gibi, diyor yazık. 
Hiç suçu olmadığı halde suçu kendinde arıyor. Ben sussaydım, kardeşimin yuvası yıkılmaz, o çocuklar annesiz kalmazdı diyor. Ona şunu söyledim "eğer sen kendin için bir çare aramasaydın, belki iki kardeşin birden yuvası yıkılacaktı Allah korusun. Evli bir adamla gitti diyorsun. Sonuçta eşinde seninle evli ve eltin eşine resmen cilve yapıyordu. Bu durumda sen yuva yıkmaktan öte, yuva kurtardın. O çocukları ben büyüttüm demiştin bana bir seferinde. Ateşli olduklarında, sabaha kadar ben bekliyorum başlarını, demiştin. Eğer size birşey olmuş olsaydı, o zaman o çocuklar annesiz kalacaktı. Doğurmakla anne olunmuyor malesef. Ya doğuştan annesindir, yada hiç anne olamazsın. Üzme tatlı canını. Elbet kayınında toparlayacak kendisini. Sen yuvanda mutlu olmana bak ve o çocukları mutlu etmeye. Onların sana çok ihtiyacı var şimdi.".

Malesef öyle bir devirde yaşıyoruzki, en çok darbeyi burdan alıyoruz. Ne aileler aile olabiliyor, ne evliliklerde huzur bırakılıyor. Herşeyden vazgeçmek bu kadar kolay olmamalı. Benim huzurumu yok, onuda olmasın düşüncesini yok etmeliyiz içimizden. 
Neden bir başkasının acısını taa içimizde hissedemiyoruz? Neden bir diğerinin mutluluğuyla mutlu olamıyoruz?

Öyle kadınlar varki gözü doymuyor.  Allahümme ecirna min şerrün nisa duası boşuna edilmemiş. Dilimizden düşürmemek lazım. 

Sonntag, 14. September 2014


Doğanın Kendisini Ölüme Terk Ettiği Bir Mevsimde, Umuda Yolculuktu Çocuğun Hayalleri!
O Bilmiyorduki, Bu Mevsim Hüznün Ve Melankolinin Dönemi Olduğunu.
Bilseydi, Büyümekten Vaz Geçerdi Belki!

***
6 yıl önce, Sayhanı çekmiş ve onun için yazmışım bu sözü.

Montag, 25. August 2014

Bugünü keyf günü ilan etmiştik. Fakat, benim hazır oğlan boğaz ağrısıyla uyandı. Küçük hanımda hafif gripli. Bu durumda ne yapılır? Önce boğaz ağrısı için sıcak bir bitki çayı ile, küçük prense bakım yaptıktan sonra, Dolaptaki zencefillere müracaat edilir tabi :) 😉😊


Mucizevi iksir, zencefil suyu, bal ve limon. Emzikli annelere süt deposu (limon konusunda dikkatli olmakta fayda var). Bağışıklık Sistemini kuvvetlendirici ve metabolizmayı hızlandıran bir özelliği var. Ateşli yatan hastayı yarım saatte ayağa kaldırıyor. Iki yıl önce kızımda, geçen yıl ortanca oğlumda canlı canlı yaşadım ben bunu. Mutfak robotundan geçirdiğiniz, yada ince rende de rendelediğiniz ve suyunu elinizde, süzgeçten veya bir tülbentten sıkarak elde ettiğiniz taze zencefil suyunu, bir limonun suyunu ve bir tatlı kaşığı bal ile karıştırıp, yarım çay bardağı içiyorsunuz. Içtikten bir kaç dakika sonra vücudunuzun,  özellikle başınızın bütün hücrelerinden sanki ateş çıkıyor gibi oluyor. Eğer hafif bir enfeksiyon sa yarım saat sonra dinçleşip ayağa kalkıyorsunuz. Yada ertesi güne birşeyiniz kalmıyor. Ve daha çabuk iyileşiryorsunuz. 
Bugün de öyle oldu. Zencefil suyunu içen oğlum, yarım saate varmadan ayağa kalktı. Boğaz ağrısını daha birkaç gün çekebilir ama en azından kırgınlık kalmadı. 

Eşim belirli aralıklarla devamlı içer. Bu ara acı metabolizmayı hızlandırdığı için, kilo verme amaçlı,  bu karışımın içersine biraz acı katarak içiyor. Bunu yaparken baya dikkatli olmak lazım ama. Zencefil zaten acı. Iki farklı bir şekilde yakan acı bir araya gelince, felaket birşey ortaya çıktığı kesin. 

 Sonbahar başında, bağışıklık sistemini kuvvetlendirme amaçlı,  hasta olmadan içilirse daha iyi tabii. Bir sefer yapmak yeterli gelmez.  Sağlıklı ve huzurlu bir yaşam diliyorum :)

Birazcık tatil :)




Bazen insanın ufak uzaklaşmalara ihtiyacı olabiliyor. Bizim gibi, taş yığını, insan kalabalığından, rahatlıkla iki adım atamadığınız bir metropolde kalıyorsanız ve çiçek, böcek ve doğa hastasıysanız, üstüne birde ufak çocuklarınız varsa, yeşillik, dağ, orman, çiftlik gibi yerlere gidip, bir hafta sonu tatil havası yaşayabilirsiniz. Almanya'nın bir çok yerlerinde böyle imkanlar var. Ama beni çocukluğumdan beri en çok çeken ve nefes alabildiğimi hissettiğim, Türkiye'nin Karadeniz'ini andıran,  Almanya'nın Schwarzwald, yani Karaorman bölgesi. Bu bölgenin bir denizi eksik, o kadar. Bu bölgede fazlasıyla bir kaç gün için kiralayabileceğiniz daireler ve evler var. Hatta çiftlik tatili veya çocukların katılabileceği etkinliklerin bulunduğu yerlerde tatil yapma imkanınız var. 

Bu sene çocuklar bizden ayrı tatil yapınca, bizimde böyle uzaklaşma imkanımız oldu. Hem aile ziyareti, hem eş dost görmek ve birazda tatil yapma amaçlı bir haftalık bir Karaorman tatili yapmış olduk.
Sadece o yeşilliğin içersinde bulunmak, hergün yürüyüşe çıkmak bile yeterli geliyor insana.









Offenburg'a her gidişimizde eşim, "bu sefer muhakkak Hohes Horn' a çıkmamız lazım" der ve bize birtürlü kısmet olmazdı. Bu gidişimizde kısmet oldu çok şükür. 




Benim en çok hoşuma giden dağ yürüyüşümüz ve o dağın tepesinden kaldığımız köyü seyretmek oldu. Kayra kucağımızda, 547m yükseklikteki Hohes Horn adındaki tepeciğe, sırıl sıklam ve nefes nefese kalmış bir şekilde çıkmak eğlenceliydi. Yıllarca, koşu bisiklet ve gymnastik tarzı spor türü yapmış olmama güvenerek, eşim, "düz yoldanmı çıkalım, yoksa ağaçların arasından mı tırmanmak istersin" dediğinde, "tabiki tırmanalım" diye cevap verdiğime pişman olmadım, her ne kadar idmansız olsam da, yine öyle yorulmak baya güzeldi.

Ve dağın tepesinden, bulunduğumuz köyün görüntüsü....





Dağlar kızı Kayra'nın, Karaorman sefası :)



O an orada olmak çok güzeldi. Zaman durmuştu sanki....





Bu kapının önünden her geçişimizde, arkasındaki hayatları çok merak ettim...





Ara ara böyle kaçamaklar yapmak lazım. Senede bir sefer bile olsa...

Hakkımdaki 20 gerçek. ..

Hakkımdaki 20 gerçeği burdan da paylaşmak istedim.






•1)  36 yaşındayım ( yaşlanmışım yahu )
•2) 2. evliliğim ilk ve sonbaharım.
•3) 4 kendi evladımın, 2 hazır evladın       annesiyim. 
•4) bütün hayatım, Çocuklarım, eşim ve ailem. 
•5) balkonum ve çiçeklerim  yazmak, okumak,  fotoğraf çekmek, araba kullanmak (büyük araba ve dizel motor tercihim) spor yapmak, keyf ve çay sofraları hazırlamak, beni ve ruhumu dinlendiren en çok sevdiğim meşguliyetlerim. 
•6) bıraktığım izlemin aksine, çok çekingenim. 
•7) ilk girdiğim ortamlarda, gergin ve burnu havada bir izlenim bırakmam,  hep çekingenliğimin suçu. 
•8) bana yapılan kötülüğü unutur, sık sık hayal kırıklığına uğrarım. Bu yüzden çok darbe alır, çok acı çekerim ve insanlara yinede güvenirim, çünkü herkesi kendim gibi düşünürüm. 
•9) aşırı hassas, çok fazla iyimser, hemen affedici olmam hem iyi, hemde kötü yönüm.
•10)kendimi savunamayıp, yutmayı tercih ederken, çocuklarım ve aileme gelecek en ufak bir zararda Kaplan kesilir ve ömür boyu unutmam. 
•11) kendimi konuşmaya kaptırdığım zaman, çok yüksek sesli konuşur, çevreye rahatsızlık veririm -_- 
•12) kahve, yaşam iksirimdir. Günde 5-6 kupa içerim. (Şu an bebek nedeniyle sadece 1 kupa içiyorum)☕☕☕☕☕
•13 ) çaysız bir kahvaltı ve akşam yemek sonrası düşünemiyorum. Çayım, ince belli bardakta, şekersiz, kaşıksız ve tabaksız olmalı 
•14) en büyük hayalim, eşim ve çocuklarımla, kocaman bir bahçesi, bahçesinde, çeşit çeşit çiçekler,  ormanı ve gölü olan, mutfak tarafında bir Verandası, verandanın hemen ilerisinde bir salkım söğüt ve Kamelyası bulunan, her çocuğun kendine ait bir odası, odalarına ait banyo ve tuvaleti bulunması. Ilerde, eşleri ve çocuklarıyla geldiklerinde, rahat ve uzun kalabilmeleri... 
•15) ara ara kabuğuma çekilir, dış dünyayla bağlarımı koparırım. (En nefret ettiğim huyum)
•16) çok çabuk karar verir, verdiğim karar yanlışsa, tek kendimi suçlar ve sonuna kadar arkasında dururum.  Kararsızlıktan nefret ederim. 
•17) bulunduğum durumdan memnun değilsem ve değiştiremiyorsam, uzatmadan kabullenir, bizim için böylesi hayr olduğunu düşünür ve iyi yönlerini görmeye çalışırım...
•18) hemen sinir olmam ama sinirli anımda herşeyi yıkabilir ve sonra çok pişman olurum. 
•19) yemek yemeyi çok sevdiğim halde, bazen yemek yemeyi unuturum. Sonra günlerce iştahım kesilir. 
•20) Dertleşemeyi bilemem ama dinlerim.

Ama beni tanımak ve paylaşımlarımın birçoğunu anlamak için, önce blogumdaki hikâyemi okuman gerekir .
www.almangelini.blogspot.de

Samstag, 23. August 2014

Mailand ekmekcikleri...


Mailand ekmekciklerinin tarifini vermeden önce belirtmeliyim ki, el emeği ve ev yapımı ekmeklerin, daha doğrusu, unlu ve mayalı mamullerin uzun zamana ihtiyacı oluyor. Uzun zamandır bu kadar lezzetli ve taze bir ekmek yediğimi hatırlamıyorum. Bu lezzet ve tad beni çocukluğumun lezzetlerine götürdü diyebilirim.

Bu hamurdan 6 tane emekcik çıkıyor. Dileyen malzemeleri ikiye katlayıp, 12 tane yapabilir. Normalde iki ekmekle bir kişi doyabilir. Bana bir tane yetti mesela.

Mailand emekcikleri:

Ön hamur:

150gr, Typ 550 buğday unu.
150gr. Su.
1gr yaş maya.



Bu malzemeleri bir gün önceden yoğurup, 12 saat ev ısısında beklemeye bırakmak gerekiyor.

(almanyada buğday unları böyle numaralı. Normal heryerde bulunan un numarası 405. Bu numaralar unun içersinde bulunan mineralleri belirliyor.)

Anahamur:

Ön hamur,
150gr Typ 550 un,
5g yaş maya,
5gr ekşi maya, (bizde hazır ekşi maya bulunmadığı için sadece 5gr yaş maya kullandık.)
3gr malt. (Biz malt yerine, bal kullandık)
7gr tuz.
15gr zeytinyağı.

Yapılışı:

Maya, ekşi maya ve maltı, ön hamuruyla birlikte yoğurup, sonra unu önce 5 dakika hamur makinasının en düşük aylarında, sonra 3 dakika 2. ayarda yoğurulur. Zeytinyağı yoğrulurken damla damla eklenmesi gerekiyor. Sonunda tuzu katıp, iki dakika,  biraz hızlı bir ayarda devam yoğurmak gerekiyor. Hamurun kıvama geldiğini, yoğurduğunuz kaba yapışması geçince anlıyorsunuz.

Yoğurma işlemi bitince, yarım saat mayalanmaya bırakılıyor.

Yarım saat sonra hamur 6 tane 80gr parçalara ayrılıp, oval bezeler yapılarak, tekrar 10 dakika dinlenmeye bırakıyoruz. 

Daha sonra, her bir bezeyi 50cm uzunluğunda, ince uzun, bir ucu üçgen olacak sekilde, oklavayla açılması gerekiyor. Hamurun sivri ucuna doğru yuvarlayarak kıvırıp üzeri örtülerek, 60 dakika daha dinlenmeye bırakılması lazım. 

60 dakika sonra, keskin bir bıçak ucuyla ekmekciklerin üzeri uzunlamasına ve derin bir şekilde kesilerek, önceden ısıtılmış fırına 250°C den 230°C düşünülerek buharlı bir şekilde 20 dakika pişirilir. Fırının içersinde buhar elde etmek için, diğer bir tepsiye veya borcama su doldurularak, fırının altına yerleştirebilirsiniz.



Pişirildiği gün hazırlama süreci 3 saat. 
Enerji ve malzeme tutarı :1,30€


♡ Afiyet olsun ♡


Dienstag, 19. August 2014

Kendimi dün üç kitapla mükafatlandırdım. 
Bir müddettir kafam çok doluydu. Çocukluğumdan beri, geceli gündüzlü kitap okuyan, her gittiğim yere okuduğum kitapları hediye götüren ben, kitap okuyamaz olmuştum. 
Benim birde bir adetim vardır. Hediye götürdüğüm kitapları parfümler, öyle götürürüm normalde. Kitap için özel kokular alırdım. Hayalim hep bir kitap yazmak ve kitabımın, selpak gibi, Yumoş kokusu gibi, yada hafif bir pudralı bir kokuya sahip olmasıydı. 
Uzun bir aradan sonra, dün anneme giderken kitapçıya uğramadan geçemedim. Bu aralar, Kayra hep kucak isteyip, yumuşup oturduğumuz için, okuyup yazmaya zamanım oluyor. Kitap okumayı baya özlemişim. 
Regalde, 'Papatya Kokulu Hikâyeler' i görünce, isim dikkatimi çekti. Kitabı elime alınca hoş bir koku aldım. Kitabı koklayınca, kokunun kitaptan geldiğini farkettim. Kitabın içinde, hayattan ders veren ufak ufak hikayeler var ve o hoş kokuyla birlikte güzel bir bütünlük sağlıyor. Kokulu kitaplardan 3 tane vardı. Ben sadece bir tanesini aldım, iki tanede ayrı kitap aldım. Her ay kendimi mükafatlandırarak, diğerlerinide almayı düşünüyorum. 
Kitap okumak kadar güzel birşey yok. Insani bulunduğu yerden uzaklaştırıp, farklı alemlere götürüyor. İnsanın ufku genişliyor...

Koku allerjisi olanlar ve migren şikayeti olanlar kokulu kitaplarda biraz dikkatli olmalı. Kokular şikayetleri tetikleyebilir....

Bol kitaplı günler diliyorum :)

Montag, 18. August 2014


Yemek yemek harika birşey. Benim gibi, yemeğin her türünü seviyor ve kendinizi frenleyemiyorsanız. Sık, sık hazmı kolaylaştırıcı, vücuttan su attıran ve mideyi rahatlatan birşeylere ihtiyaç duyacaksınız.
Kayınvalidemde kaldığımız bir hafta içersinde 4 kilo almışım. Kayınvalidem sağ olsun, bizi memnun etmek için çok farklı lezzetler denedi. Günümüz az ve ben çok sık gidemediğim için, aklına gelen herşeyi pişirip önümüze koydu. Hatta son 3 gün öyle stres olduki, aklına gelenleri yediremeyeceği için 3 günlük yemek listesi hazırladı. Böylelikle, günde iki sefer tatlı ikram ettiği saatler oldu. E, benim bünyede bu duruma 4 kilo ile isyan bayrağını kaldırdı tabi :) . Tatlı yemeye alışık değilim çünkü. Abur cuburlu çay sofrası hazırlamayı çok severim, bilirsiniz. O hazırladıklarım dan çoğu zaman fazla birşeyler yemem. Gözüm doyuyor ve öyle ortamlar çok sıcak geliyor bana. O kadarı yetiyor işte bana :D

Bu Sassy suyu resmen kurtuluşum oldu. Instagram da bir kaç kişide görmüştüm ama ciddiye almamıştım. Şimdi ihtiyaç olunca biraz internetten araştırdım ve iki gündür içiyorum. Sonuç şimdiden harika. Ne kadar devam ederim bilmiyorum ama bu kadar rahatlatması bile yetti.

Bu su, Cynthia Sass adındaki amerikan bir beslenme uzmanı tarafından keşfedilmiş. Ismi o sebeble Sassy suyu olarak geçiyor.
4 günde, 3 kilo verdirdiğini iddia edenler var. Özellikle, göbek, kalça ve bacaklarda 14cm kadar incelme sağladığı söyleniyor.
Diyet Uzmanı değilim. Öyle, mucizevi hızlı zayıflamalara inanmıyorum ama bu Sassy suyunun sağlığa faydalı olduğunu ve zayıflamaya yardımcı olduğunu düşünüyorum. Iki günde, iki kilo kaybı oldu bende ama vücut su attığı için ;)

2l su
Birkaç dilim zencefil
Orta büyüklükte bir salatalık
Bir tane ince dilimlenmiş limon
12 tane nane yaprağı

(Ben bebeğimi henüz anne sütüyle beslediğim için, nane kullanmadım. Ve hamile bayanların bu karışımdan kesinlikle uzak durmaları gerekiyor.) 




Bunların hepsi geceden bir Sürahi ye doldurulup, bir gece buz dolabında bekletilerek ertesi gün bu su gün boyu içilir. Bende öğleden önce bitiyor. Ilk bardağı aç karına içiyorum. Içtikten bir 10-15 dakika sonra, acilen wc yolu gözükebilir. Bağırsaklar ilk günden temizlemeye başlıyor çünkü.

500ml suda vücut 50 kalori yakıyor. Zencefilin, bağırsak çalışmasını dengeleyici ve mideyi rahatlatan bir özelliği var. Salatalığın vücuttan su attırıcı özelliğini hepimiz biliyoruz. Ayrıca metabolizmayı da hızlandırıyor. Limon yine bağırsakları çalıştırıyor, hazmı kolaylaştırıyor ve kan dolaşımını hızlandırıyor. Nane ise safrayı artırıyor ve iştah kesici bir özelliği var. Bunların hepsi bir arada zayıflamayı destekleyen şeyler. Herşeyin başı tabi yine sağlıklı beslenmeden geçiyor.

Sağlıklı günlerde buluşmak ümidiyle, sağlıcakla kalın :)

tecrübe ve yorumlarınızı bekliyorum bu arada ;)

Sonntag, 17. August 2014


35 den sonra anne olmak çok farklı. Insan daha hassas oluyor. Her yaşın kendine has bir güzelliği ve zorluğu var haliyle. Bazen korkular fazla olabiliyor. Farklı yaşlarda, 3 çocuk annesi olmak, 4. cü çocukta işime yarar diye düşünmüştüm aslında. 18, 21 ve 27 yaşlarında anne olmuştum ve aradan neredeyse 9 yıl sonra 36 yaşında,  kırka dört kala yeniden anne oldum. Hani tecrübeliyim ya. Hani çok bilgiliyim ya. Herşey daha bi kolay olacaktı tabi. Evdeki hesabın çarşıya uymadığını, aslında çok ama çok tecrübesiz olduğumu hamilelik dönemimde az biraz farketmiştim aslında. Yaş ilerledikçe, şefkat ve merhamet duygusu daha yüksek oluyor. Bebeğimizi kucağımıza aldığımız günden bu yana yatağına bile zor bırakıyoruz. Sivrisinek ısırsa, dünya yıkılıyor sanki. Birazcık ağlasa hepimiz perişan oluyoruz ev içericek. O sebeble çok fena kucağa alıştı. Pusetinde bile taşımak zor oluyor bazen. Illaki sıcaklık istiyor. Illaki anneyi istiyor. En fazla nekadar taşırımki kucağımda? Yürüyene kadar? Iki sene?  Sonra istesemde gelmeyecek. Zaman geri çevrilemiyor. Bu zamanlar çok çabuk geçiyor ve çok çabuk büyüyorlar. 
Böyle sarıp, sarmalayıp taşımayı hamileligimden beri istiyordum. Bir türlü alma fırsatım olmamıştı.  Dostum, canım arkadaşım, kötü gün dostum sağ olsun. Kendi oğluna kullandığı bu bebek taşıma bezini vermekle çok büyük bir iyilik yaptı bize. Anlatılması mümkün olmayan  çok güzel bir duygu. Kucakta taşımak gibi zor olmuyor. Ağırlık dağıldığı için taşımak kolaylaşıyor. Ve bebeğinizi yanınızdan ayırmadan rahatlıkla yürüyüş yapabiliyorsunuz. Hatta bazı ev işlerinide bu şekilde yapmak kolaylaşıyor.... Bebeğinizi nasıl bu şekilde sarabileceğinizi açıklayan, resimli ve videolu bir post yakında gelecek inşallah.... 

Sonntag, 3. August 2014

The enemy inside...




Hayatın beni en acımasız birşekilde sınadığı bir dönemdi yine. Sık sık hastaneye yatmıştım. Birkaç sefer çocuklarımın gözü önünde ambulansla kaldırılmıştım hastaneye. Eşim henüz yanımıza tam olarak gelmemişti, çünkü memleketinde çalışıyor ve iki üç haftaya ancak gelebiliyordu. Ben, çalıştığım işten sağlık sorunları yüzünden ayrılmak zorunda kalmış, ve instagramla o işyerindeki değerli bir arkadaş dolayısıyla tanışmıştım.
Herşey aslında çok karışıktı. Üzerimizde ki 400 km uzaklıktan gelen çevre baskısı çok yüksekti. Çünkü, birsürü yalan vardı konuşulan ve iftira.
Kötü bir evlilik bırakmıştım geride. Bu evlilik bana çok şeye mal olmuştu. Benimde birçok hatam olmuştu elbette, bedelini çok ağır ödediğim. Sütten çıkmış ak kaşık değilim. Hiç kimse değil. Kiminin büyük günahları var, kiminin küçük. Rabbim nasuh tövbesi edip, doğruyu bulanlardan eylesin.

Sağlığım gitmişti elden. Çocuklarım çok yıpranmıştı. Şimdi, tam mutlu olmuşken, çirkin saldırılarla uğraşıyorduk. Facebook, e-mail gibi internet üzerinden de birsürü saldırı geliyordu. Tanımadığım, beni tanımayan insanlardı hepsi. Hatta, bu saldırılardan dolayı, kızımı bir gün acilen hastaneye bile götürmek zorunda kalmıştım. Kendimi hiçbir şekilde savunmam ve tanıtmam mümkün değildi.

O zamanlar, söylediğim gibi, instagramla yeni tanışmıştım.  Zaten fotoğraf hayatımın bir parçası olduğu için, bu platform benim çok hoşuma gitmişti. Henüz tam olarak çözememiştim. Facebook gibi değildi. Zorlandım biraz. Çok şeker insanlarla tanıştım. Account'um kapalıydı. Sadece bayanları kabul ediyordum ama kimseyi tanımıyordum. Hatta, bazı accountların fake olduğunu, yine birilerinin hayatıma bu şekilde sızdığını anlayamamıştım. Bunu farkettiğimde yine yıkılmış ve insanların neden bu kadar kötü olduğunu anlayamıyordum, ki buna hala bir anlam veremiyorum.

Kendimi birşekilde savunmalıydım ama nasıl? Instagramdan sık sık,  abla eşinle nasıl tanıştın? Abla, neden ayrıldın? Abla, eşin almanmı? Abla, eşin müslümanmı? Gibi bir sürü soru geliyor ve cevap vermekte zorlanıyordum.

Birgün eşimle konuşurken bana dediki, "Aynı bana yazdığın gibi, hayatını yazsana sen.". Biz evlendikten sonra birbirimizi tanımak için fazla zamanımız olmamıştı. Hala ayrıydık. Benden ona kendimi ve hayatımı anlatan bir mail yazmamı istemişti. Bende ona fotoğraflarla hayatımı anlatan bir mail yazmış hazırlamış, göndermiştim. O zaman bana, "sen yazmalısın. Hatta, kitap yazmalısın demişti. Şimdi, yine benden yazmamı istiyordu. Kendini tanıtmak ve savunmak için bunu yapmalısın... Birde bizim hikâyemnizi, bizden dinlensin ler. Yine herkes inanmak istediğine inanacak ama en azından kendini savunmuş olursun." Demişti.
Hikâyemi bu sefer yeniden ve türkçe yazdım. Yazarken çok dikkat etmeye çalıştığım nokta ise, kimsenin hatasını acmamaya çalışmaktı. Herkes kendi yaptığından sorumlu ve bir başkasının ayıbını açmak, beni ondan farklı kılmaz.

Hikâyemi yazmakla çok fazla birşey değiştiremedim belki ama bize gelen saldırılar durdu. Yazmak bana terapi gibi geldi. Bu saldırılara sebeb olan insan aynı şekilde devam etti ve ediyor ama çevresinde sadece kendi arkadaşları haricinde, kimse ehemmiyet vermiyor söylediklerine. Ve dün tesadüfen öğrendikki, asıl düşman ve bize zarar vermeye çalışan kişi eşimin çok yakınından birisi. Vefa kalmamış artık. Sırf zarar vermek adına ve dedikodu yaymak için, eşimin eski eşiyle hala görüşüyor. Düşman içimizden biri ne yazıkki. The enemy inside. Eğer bazı şeyleri bilseydi, hayatı alt üst olurdu,  en büyük düşmanı o olurdu. Asıl kendine zarar verdiğinin farkında değil. Ayrılık ve boşanmalar, bizim yanlış seçimlerimizden dolayı, çevrenin etkisi, ve bir çok nedenden dolayı, günümüzün  kaçınılmaz bir parçası. Eşler ayrıldıktan sonra, aile ve eş dost nasıl davranmalıyız bilmiyoruz. Günümüzde, arkadaş ilişkileri bile sapıttı iyice. Ama şunu bilmeliyiz ki, çevrenin vefası veya vefasızlığı, ayrılan çiftlerin hayatını birebir etkiliyor.



Rabbim hakkımızda hayırlısını versin ve iyi insanlarla karşılaştırsın. Aileni seçemiyorsun ne yazıkki. En iyi yapabileceğin şey, bazı insanları hayatından uzak tutmak….

https://www.facebook.com/pages/Almangelini/209543625888015

Mittwoch, 30. Juli 2014





"Gülün dikene katlanması, onu güzel kokulu kıldı" der Mevlana.
Verdiğin hiç bir dert için, acizlik getirmedim Allah'ım. 

Ama çok yoruldum artık. Bazen nefes almakta, ertesi güne çıkmakta zorlandığım zamanlar oluyor.
Uzun bir süredir sessizim. Biraz kafam dinlensin istedim. Biraz gözden uzak olalım istedim. Belki yokluğumuz, sessiz kalışımız biraz olsun yükselen sesleri kısar diye düşündüm. Yazmak istediğim kitaba bile, kimseye zarar vermemek adına başlamadım. Sessiz kalışım daha da cesaret verdi birilerine. 
Yaptığı beddualar bana kadar ulaşıyor ve hala hakkımda konuşmaktan yorulmamış. Ve kundakdaki bebeğime acımadan, hatasının faturasını bana keserek, yıllardır vermeye çalıştığı zarara aldırmadan, sonumuzu beklermiş bizim, hatta daha fazlasını. Bende diyorumki, Rabbime havale ediyorum seni. Umarım hatanı anlar ve doğruyu görürsün. Sen bizim mutsuzluğumuzu istemene rağmen, ben diliyorum ki, hiç ummadığın ve beklemediğin kadar mutlu olasın. Çünkü, ne çocuklarına kıyabilirim, nede seni seven insanlara. 
Ama yoruldum işte. Çok yoruldum. Biliyorum bu yorgunluğum bile mutlu ediyor birilerini. Rabbim ıslah eylesin.


"Gülün dikene katlanması, onu güzel kokulu kıldı" der Mevlana... ne güzelde söyler...
Verdiğin hiç bir dert için, acizlik getirmedim Allah'ım!

Freitag, 17. Januar 2014


Masal diyarı


Ilk sefer onunla birlikte, onun memleketinde bir ormandaydım. Sonbahardı. Kavak ve söğüt yapraklarının, tatlı kokusu toprak kokusuna karışmış ve güneşin yüzümü ve içimi ısıtmasıyla birlikte, tatlı bir huzur kaplıyordu bütün bedenimi.  Delicesine koşmuştuk ağaçların arasında, öylesine, özgürcesine. Sonra birden yaprakların üzerine atıvermiştik kendimizi. Sessizce bulutları izleyip, toprak kokusunu çekmiştik içimize. Birden bana dönüp, elini karnıma koymuş ve "bizim bir bebeğimiz olsa, kime benzerdi acaba?" demişti. Sadece gülümsemiştim ben, elimi yanağına koyarak. Benim için çocuk konusu kapanalı yıllar olmuştu. Şimdi sadece onunla mutlu olmak istiyordum. Sonra devam etti "bir kızımız olsaydı mesela, senin gibi beyaz tenli, koyu saçlı ve en az senin kadar güzel. Ben onada pamuk prensesim der, seni Kraliçem ilan ederdim". Ben o gün farkına varmamıştım ama o bir özlemin tohumlarını içime ekmişti bile. O gün, bütün gün muzip muzip gülümsemişti bana. Ben ise, ilk sefer onun doğup büyüdüğü şehirde olmanın heyecanını yaşıyor ve ilk sefer nefes aldığımı hissediyordum, içimde yeşeren arzuyu fark etmeden. 

Öyle güzeldi ki orası, masal gibi gelmişti bana o şehir. Yeşillik ti heryer. Dağların ve ormanların arasında bir şehir. Sis çöktü mü dağın eteklerine, mistik bir havaya bürünüyordu şehir. İnsanları beni kötü karşılasa bile, şehir en alasından ağırlamıştı beni. Sonra, melek yüzlü, temiz yürekli insanlarda çıkmıştı aralarından. İftira ve dedi kodulara aldırış etmeden, "Hz. Ayşe'ye de atıldı iftira, ben seni tanımadan yargılayamam" demişti, o zamanlar dostum olacağını bilemediğim insan. 

Eve geri döndüğümüzde farketmiştim asıl, o masal gibi şehirde ne kadar darbe aldığımı. Sonra saldırıların arkası kesilmedi. Hiç savunmadım, anlatmaya çalışmadım kendimi, çünkü biliyordum ki, ben konuşursam büyüyecek ti olay. Ben konuşursam tatmin olacaktı iftirayı atan. Rabbime havale ettim, biliyordum ki, beni en iyi o savunur. Bu arada bir sene geçmişti aradan. O bir sene içerisinde, 5 sefer bebeğimizi kaybetmiş ve defalarca hastaneye yatmıştım. Ondan sonraki dönemde daha da zor olmuş tu. Tekrar kanser teşhisi konulmuş, zorlu bir dönem bizi bekliyor du. Ameliyatlar, tedavi, yeniden bebek kaybı derken, birde annemin kazasını yaşamıştık. Artık kalkamam diyordum ayağa. Öyle bitmiştimki, yemek yapmaya, hatta konuşmaya bile zorlanıyordum. Ara ara yaşadıklarımı düşünüp, bunlar artık gerçek olamaz dediğim anlar oluyor, "Yarabbi! Aklıma mukayyet ol!" diye dua ediyordum. Ve o kadar sıkıntıya rağmen evdeki huzurumuz için şükür ediyordum Allah'a. Yine yeni bir can taşıyor dum içimde biliyordum. Aradan günler ve haftalar geçti, ancak cesaret edebilmiştim doktora gitmeye. Tesbit kesindi ama o içimdeki korku anlatılamaz boyuttaydı. 12. haftayı geçip, riskli dönemi anlattığımız da bile, hala korku vardı içimde. Geçtiğimiz haftalarda birde Alev öğretmenin hikayesi ve vefatını okuyunca, günlerce uyku girmemişti gözüme. Aklıma geldikçe de gözyaşlarıma engel olamamıştım.  İçimizdeki korku, ümid ve sevinçle yolu yaraladık şimdi. Sıkıntıların çoğu geride kaldı. Bana kötülük yapanların ipi pazara döküldü. Geçenlerde, arkadaş çevresinin, kendi aile ferdlerinin bile onun ne olduğunu öğrendiğini ve ona söylenenleri duyunca, yinede onun adına çok üzüldüm. Aklıma geldikçe dua ediyorum kendisine. Ve Rabbime, benim için herşeyi yoluna koyduğu için şükür ediyorum. Eğer Rabbime havale etmeseydim, kimse doğruyu öğrenmeyecekti. 

Hala korkuyorum. Rabbim sağ salim kucağımıza almayı nasip eylesin bebeğimizi ve hayırlı evlat kalsın...
Ben sana Sığındım Allah'ım. Sen benim için en iyisini bilen ve verensin. Sende diliyorum herşeyi. Sen biliyorsun Yüreğimdekini. Yüreğimdekini benim için hayırlı eyle ve dualarımı kabul eyle Allah'ım.
Hayal ediyorum, bebeğimizi kucağımıza aldığımız zaman, yeniden gideceğiz o masal gibi şehre. İçimde o arzunun tohumlarının ekildiği yere, bebeğim le beraber gidip, bize bu mucizeyi yaşattığı için ve beni dışlayıp kalbimi kıran insanları ayağıma getirdiği ve hakkımda güzel şeyler söylettiği için şükür secdesi yapacağım Rabbime…


http://instagram.com/almangelini